Milli Gazete Yazarı Burak Kıllıoğlu, toplumun siyasi olaylara bakışındaki hızlı değişimi yorumladı.
Aran Haber Agency: Milli Gazete Yazarı Burak Kıllıoğlu, toplumun siyasi olaylara bakışındaki hızlı değişimi yorumladığı yazısında " Geçen sene Kasım ayında “uçak düşürme” meselesi yüzünden bir anda krize girdiğimiz Rusya’ya karşı o dönemde yükselen yorumları bir düşünün. Bir de aramızın düzelmesinden sonra bugünkü yorumlara bir bakın. Dün, “fethe çıkmak üzere olduğumuz”, “ekonomik yaptırımlarımızla iflasa sürüklemekten” bahsettiğimiz Rusya’ya ilişkin, bugün sarfedilen sözler hayli farklı değil mi? Bugün, “aramız düzelince meyve sebze ihracatımız kendine gelecek”ten, “Rus turistlerin gelmesiyle turizm düzelecek” gibi ifadeler havada uçuşmakta. Geçen senenin hasmı, bugünün hısmına dönüşüverdi anında" ifadelerini kullandı.
Bu hızlı değişimin hayra alamet olmadığını belirten Kıllıoğlu, insanların hakkı dile getirmekten çekinir hale geldiğini söyledi. Bu noktada Yemen meselesinin dikkate değer olduğunu kaydeden Kıllıoğlu, "Geçtiğimiz yıl binbir şamatayla ve “İslam ordusu kuruldu” naralarıyla “faaliyete” geçen Suud önderliğindeki koalisyon, (aynı ABD gibi) “terör” gerekçesiyle Yemen’i, bir Müslüman beldeyi bombalıyor. Kimi zaman bir okula, kimi zaman bir cenaze alayına, çoğu zaman da gariban halkın evlerine denk geliyor bombalar. Tuhaf bir sessizlik sarmış olduğundan her yanımızı, kimselerin de sesi çıkmıyor. Sosyal medyada paylaşılan ve yürekleri burkan Suriye manzaralarının benzerleri Yemen’de de yaşanıyor. Bu zulme karşı sessizliğimiz de bir zulüm değil mi Mezhep farklılığı gerekçesiyle görmezden gelmek, tam da emperyalist çakalların başımıza sarmaya çalıştığı mezhep savaşı belasına çanak tutmak olmuyor mu?" dedi.
"Hesaplı kitaplı..." başlıklı yazının tamamı şöyle:
İsrail’in, neredeyse kendisiyle özdeşleşen zulümleri bir yanda, İslam aleminden çıkan (çıkmayan) cılız sesler haricinde gösterilen bireysel tepkiler ayrı bir yanda.. Devletler nezdinde çıkan (yani çıkmayan) cılız sesler, sönük tepkilere inat, bireysel bazda yükselen sesler, haykırılan feryatlar vardı. Vardı diyoruz, çünkü bu bile “bir zamanlar” kalıbına hapsolmuş durumda şimdi.
Misal, İsrail’le yapılan anlaşmanın öncesinde ve sonrasında toplumsal bir tepkinin gür sesini duyabildik mi Muhafazakar gazeteler, anlaşma yaklaştıkça tabir-i caizse “goygoyculuğu” ele aldılar ve Mavi Marmara’dan sonra “yalandan” yaptıkları eleştirileri bile yapmaz oldular. Tersine, “İsrail’le çıkarlarımız ortak” makamından türküler çığırır oldular. Toplumsal tepki de, benzer şekilde buharlaştı, artık “her şeyin en iyisine layık olan” ve bu uğurda tavizler vermeyi de gayet makul karşılayan muhafazakar kitleler de sükut kalmayı seçtiler.
Maalesef bu durum bir içten pazarlıklılık halidir, bir hesaplı-kitaplı olma, doğruyu olduğu gibi söylemekten “çeşitli nedenlerden ötürü” sakınma halidir. Ve hayra alamet de değildir.
Benzer bir durum Rusya meselesinde yaşanmadı mı Geçen sene Kasım ayında “uçak düşürme” meselesi yüzünden bir anda krize girdiğimiz Rusya’ya karşı o dönemde yükselen yorumları bir düşünün. Bir de aramızın düzelmesinden sonra bugünkü yorumlara bir bakın. Dün, “fethe çıkmak üzere olduğumuz”, “ekonomik yaptırımlarımızla iflasa sürüklemekten” bahsettiğimiz Rusya’ya ilişkin, bugün sarfedilen sözler hayli farklı değil mi Bugün, “aramız düzelince meyve sebze ihracatımız kendine gelecek”ten, “Rus turistlerin gelmesiyle turizm düzelecek” gibi ifadeler havada uçuşmakta. Geçen senenin hasmı, bugünün hısmına dönüşüverdi anında.
Buradaki sorunlu nokta, sebze meyve ihracatı, turizm, ekonomik yaptırımlar vs gibi meselelerden çok daha vahim. Aramız kötüyken Suriye’deki katliamlardan sorumlu tuttuğumuz (ki payının olduğunu cümle alem bilmekte), “katil” dediğimiz Rusya’ya karşı, aramız düzelince bu tepkilerin yükselmemesi. Netice itibariyle, bir ülke ile ilişkide bulunmak, yapılan yanlışları dillendirmeye mani olmamakta.
Devletlerarası münasebetlerde ülkeler arası dostluk kadar (çok azılı ülkeler hariç tutulursa) düşmanlığın da bir ölçüsü vardır, kabul. Ancak, toplumsal tepkinin, yani insanların tepkilerinin bu kadar “kıvrak”, bu kadar “esnek”, bu kadar “hesaplı kitaplı” hale gelmesi, dün “katil” dediğine bugün kayıtsız şartsız “dost” deme ruh hali hayli tartışmalı olsa gerek.
Toplumun bireyleri, netice itibariyle diplomatik bir kaygıyla hareket etmezler. Ancak dün düşündüklerini, bugün nasıl bir anda yalanlar hale geliyorlar, mesele budur. Mesele, kitlelerin haddinden fazla ve gerçekleri dile getirmekten imtina edecek kadar politize olmalarıdır. Toplum da çekinmeden gerçekleri dile getiremeyecek, tepkisini ortaya koyamayacaksa vay halimize.
Bu noktada, Yemen meselesine de değinmek gerek. Geçtiğimiz yıl binbir şamatayla ve “İslam ordusu kuruldu” naralarıyla “faaliyete” geçen Suud önderliğindeki koalisyon, (aynı ABD gibi) “terör” gerekçesiyle Yemen’i, bir Müslüman beldeyi bombalıyor. Kimi zaman bir okula, kimi zaman bir cenaze alayına, çoğu zaman da gariban halkın evlerine denk geliyor bombalar. Tuhaf bir sessizlik sarmış olduğundan her yanımızı, kimselerin de sesi çıkmıyor. Sosyal medyada paylaşılan ve yürekleri burkan Suriye manzaralarının benzerleri Yemen’de de yaşanıyor.
Bu zulme karşı sessizliğimiz de bir zulüm değil mi Mezhep farklılığı gerekçesiyle görmezden gelmek, tam da emperyalist çakalların başımıza sarmaya çalıştığı mezhep savaşı belasına çanak tutmak olmuyor mu?
İslami Analiz