Suudi rejimi için belki de daha trajik olan şey, Rusya ve İran’a karşı yürüttüğü “petrol savaşı”nın başarısız olmasıdır. ABD’deki azalan talep ve artan üretim karşısında küresel pazarların sınırsız petrol arzıyla ölçüsüzce doldurulması, petrol fiyatını yüzde 60’ın üzerinde bir oranda düşürdü. Bu, içinde bulunduğumuz vergi yılı için 98 milyar dolarlık, resmen ilan edilmiş bir bütçe açığına yol açtı
Bu makalenin amacı, Suudi rejiminin çılgına dönmüş savaşçı davranışını betimlemek değil, izah etmektir. Amaç, rejimin ve ona hareket imkanı sağlayan emperyalist güçlerin yaptıklarını veya yapmakta olduklarını derinlemesine araştırmak değildir; onların ülke içinde ve dışında işledikleri vahşetlere ilişkin iğrenç sicilleri, başka yazarlar/yorumcular tarafından bolca ifşa edilmiştir [1]. Amaç daha ziyade, bunları neden yaptıklarına veya yapmakta olduklarına odaklanmaktır.
Şiddetli ölüm sancıları içinde
Suudi yöneticileri kendilerini, zamana karşı, yahut tarihe karşı verilen bir yarışı kaybeder halde buluyor. Her ne kadar bunu inkar etseler de, doğumdan gelen hakla yönetme günlerinin geçmişte kaldığı ve krallığın mirasa dayalı yöneticileri olarak Suud Hanedanı'nın modası geçtiği şeklindeki tarihsel gerçekliği kabul etmekten başka şansları yok.
Bu, Suudilerin çılgına dönmüş savaşçı davranışının ana nedeni. Histeri, sürümcemeli bir ölümün iyi bilinen ızdırabına kadar varıyor. Bu durum, ülke içinde veya bölgede kendi yönetimlerine karşı tehdit olarak algıladıkları her türlü sosyal veya jeopolitik gelişmeye neden bu kadar sert tepki verdiklerini izah ediyor.
Örneğin, kendi diktatör mevkidaşları olan İran Şahı'nın yönetimine son vermiş olan İran Devrimi'ne karşı neden bu denli yoğun bir düşmanlık beslediklerini izah ediyor. Onlar Şah'ın düşüşünde kendi çöküşlerini görmüşlerdi.
Bu aynı zamanda, Mısır ve Tunus'ta gerçekleşen ve Kahire'de Hüsnü Mübarek'in, Tunus'ta Bin Ali'nin daimi yönetimine son veren Arap Baharı ayaklanmalarına duydukları husumeti de izah ediyor. Bu devrimci ayaklanmaların bölgedeki öteki ülkelere, özellikle de Fars Körfezi'ndeki krallıklara ve şeyhliklere yayılma görüntüsü üzerine Suudi yöneticileri ve onların ülke dışındaki malum patronları, acilen “hasar kontrolüne” girişti. (Suudi Hanedanı'nın pek de gizli olmayan patronları temel olarak, ordu-sanayi-güvenlik-istihbarat kompleksini, Neo-con güçleri ve İsrail lobisini içermektedir.)
Benzer devrimci kalkışmaların kontrol altına alınması, rayından çıkarılması ve önlerinin alınması gündeminin peşinden koşulması, kapsamlı ve çok uçlu bir süreç oldu. Bu gündem, başka projelerin yanısıra, şunları içeriyordu:
(1) ülkedeki barışçıl muhalefeti, seri idamlar ve kafa uçurmalar da dahil olmak üzere vahşice bastırmak;
(2) aşırı derecede şiddet yanlısı Vehhabi/Selefi cihadçıları ve öteki paralı askerleri finanse etmek ve/veya silahlandırmak yoluyla Suriye, İran, Lübnan, Irak ve Yemen gibi yerlerde istikrarsızlaştırma politikaları izlemek;
(3) Suriye'de, Yemen'de ve başka yerlerde gerilimleri ve akan kanı azaltma yönünde gösterilen gerçek uluslararası çabaları sabote etmeye çalışmak;
(4) İran ve Batılı güçler arasındaki nükleer anlaşmasını ve öteki gerilim azaltıcı çabaları sabote etmeye çalışmak;
(5) önde gelen barışçıl Şii muhalif Şeyh Nimr el-Nimr'in provokatif bir şekilde kafasının kesilerek idam edilmesi örneğinde olduğu gibi, bölgedeki gerilimleri ve etnik, ulusal ve dinsel temeldeki bölünmeleri arttıracak politikalar izlemek; ve
(6) meşhur uluslararası ilişkiler uzmanı Finian Cunningham'ın ifadesiyle, “terör yollarını örtecek kaos” peşinde koşmak [2].
Suudi rejiminin korktuğu gibi, her ne kadar bu ahlaksız politikalar bölgede devasa miktarda ölümlere ve yıkıma sebep olmuşsa da, hedeflerini gerçekleştirmeyi başaramamıştır: Suudi krallığında istikrar ve rejimin güvenliği sağlanamamıştır. Bilakis, muhalif olarak görülen kişileri ortadan kaldırmaya yönelik ölçüsüz politikalar geri tepmiştir: rejim şimdi, karşısındaki varsayılan tehditleri ortadan kaldırmaya çalışma yönündeki beyhude saldırgan politikalara koyulduğu dört veya beş yıl öncesine (2011 Arap Baharı devrimlerinin hemen sonrasına) göre çok daha savunmasız haldedir.
Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğiyle Yemen'e karşı yürütülen yasadışı savaş, başlangıçta çocuk oyuncağı olarak görülürken bir açmaza dönüşmüştür. Egemenlik arzusundaki Husilerin Suudiler öncülüğündeki saldırıya karşı direnişini sağlamlaştırdığı gibi, Arap Yarımadası El Kaidesi'ne (AQAP) de kaydadeğer düzeyde fayda sağlamıştır. Benzer şekilde, büyük ölçüde Suudi rejimi tarafından finanse edilen Suriye savaşı, Başkan Esad'ı yerinden etme amacına ulaşamamıştır. Burada da saldırı, oldukça geniş bir paralı asker ve cihadçı gruplar topluluğuna, özellikle de Suriye El Kaidesi olarak bilinen El Nusra Cephesi'ne bağlı olanlara ve sözde ‘İslam Devleti' örgütüne cömertçe faydalar sağlamıştır.
Bu ülkelerin her ikisinde de Suudi rejiminin ve suç ortaklarının gücü ve etkisi zayıflarken, direniş özellikle Suriye'de – önemli ölçüde Rusya ve İran'ın desteğiyle – kademeli olarak üstün konuma gelmektedir.
Suudi rejimi için belki de daha trajik olan şey, Rusya ve İran'a karşı yürüttüğü “petrol savaşı”nın başarısız olmasıdır. ABD'deki azalan talep ve artan üretim karşısında küresel pazarların sınırsız petrol arzıyla ölçüsüzce doldurulması, petrol fiyatını yüzde 60'ın üzerinde bir oranda düşürdü. Bu, içinde bulunduğumuz vergi yılı için 98 milyar dolarlık, resmen ilan edilmiş bir bütçe açığına yol açtı; bu durum ise rejimi sosyal harcamaları ve/veya ekonomik güvenlik programlarını frenlemek zorunda bıraktı. Benzeri görülmemiş kemer sıkma politikalarının kamuoyu arasında hoşnutsuzluk yarattığını ortaya koyan göstergeler var ve bunun rejimi daha da savunmasız halde bırakması kaçınılmaz.
Rejim'in “petrol savaşının” daha da fazla geri teptiği bir nokta ise, ülkedeki ekonomik sorunların ötesine gidiyor. Bu durum, daha da önemli olarak, rejimin emperyalist bağışçıları açısından taşıdığı ekonomik ve jeopolitik değeri azaltarak, rejimi daha az güvenli hale getirecek istenmeyen bir sonuca yol açtı. Küresel pazarlardaki ucuz ve bol enerjinin Suud Hanedanı'nın emperyal patronları açısından taşıdığı vazgeçilmezliğin altını oyması kaçınılmaz. Batılı iktidarların Arap Yarımadası'ndaki şımarık koca çocukları, petrolü rakiplerine karşı bir silah olarak kullanmak yoluyla kendi şansını fazla zorlamış olabilir.
Suudi rejiminin savaşçı politikalarının bu geri tepmeleri ve netameli sonuçları, bir araya getirildiklerinde, rejimi ve bölgedeki müttefiklerini daha savunmasız hale getirirken, Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan'daki, İran ve Rusya tarafından desteklenen direniş güçlerine kuvvet ve itibar kazandırmıştır. Suudi yöneticilerinin saldırganlıklarının bu istenmeyen sonuçları, onların neden panik içinde olduklarını ve histerikçe davrandıklarını izah ediyor.
Referanslar
[1] Örneğin bkz: Finian Cunningham, “Saudis Seek Chaos to Cover Terror Tracks”; Jim Lobe, “Neocons Defend Saudi Arabia”; ve Pepe Escobar, “Fear And Loathing in the House of Saud.”
[2] Agm.