tarih : 2024 Sunday 22 Dec
şifre 46604

IŞİD Fitnesi, İran’ın Suriye’deki Varlığı ve İsrail’in Geleceği | Millî Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri’nin Açık Yanıtları

Millî Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Dr. Ahmediyan’a göre, İran İslam Cumhuriyeti, Hafız Esad’dan bu yana, Suriye’ye halk arasında birliği teşvik etmek için sürekli olarak tavsiyelerde bulunmuş ve çaba göstermiştir.
tr.arannews:parstoday-Suriye hükümetinin silahlı saldırganlar tarafından devrilmesiyle birlikte birçok soru ve belirsizlik ortaya çıkmıştır. Direniş ekseninin düşmanları, yıllardır İran’ın Suriye’deki varlığına karşı sürekli ve yoğun psikolojik ve medya operasyonları yürütürken, bu yeni durumu, bu tür operasyonların yeni bir aşamaya geçmesi için fırsat olarak görmüşlerdir. Ve bu süreçte, direniş ekseni, İran’ın Suriye’deki varlığı, bu düşüşün nedenleri ve nasıl gerçekleştiği gibi konularda pek çok şüphe ve yalan ortaya atılmıştır.

Pars Today’e göre, bu bağlamda, KHAMENEI.IR medya organı, Millî Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Dr. Ali Ekber Ahmediyan ile İran’ın Suriye’deki danışmanlık faaliyetlerinin detaylarını inceleyen bir röportaj gerçekleştirmiştir. Röportajda, İran’ın Suriye’deki varlığının mantığı, bu varlığın önkoşulları, IŞİD sonrası İran’ın Suriye’deki varlığının neden azalması, IŞİD ile Suriye’deki silahlı gruplar arasındaki farklar, İran’ın yıllar içinde bu gruplarla nasıl başa çıktığı, Suriye’deki son gelişmelere İran’ın askeri müdahalesinin olmaması ve bu olayların direniş ekseni üzerindeki etkisi gibi konular ele alınmıştır. Pars Today’de bu yazıda bu konuların özetini bulabilirsiniz:

İslam Cumhuriyeti’nin Güvenlik Konseptine ve Millî Güvenlik Anlayışına Dair Temel Görüş

Bizim için millî güvenlikte en temel unsur halktır. İslami Devrim halkla kazandı, halkla kuruldu ve halkla sürdü. "Millî güvenlik" konusunda ileri sürülen tüm teoriler halkın etrafında şekillenir. "Halk" derken, tüm halkı kastediyorum, çünkü tüm halk devrim yaptı.

Bu bakış açısı, devrim liderinin teorik temelleri ve pratik tutumlarıyla da ilişkilidir. Geçtiğimiz yıllarda liderimiz, "İslam Cumhuriyeti halk olmadan anlam ifade etmez ve halksız hiçbir şeydir," demiştir.  Ayetullah Hamanei’nin ifadesiyle, "Dini demokrasi" demek, halkın toplumun lideri ve kendi işlerinin yöneticisi olmasıdır.

Suriye Konusunda İran’ın Tutumu ve Hükümetin Duruşu

Suriye’de tartışılan konularda mesele, Suriye hükümetini biz kurmadık; Esad ailesinin hükümeti bizden önce vardı, güçlüydü ve İsrail ile uzlaşmazlıkları ve ABD’ye karşı direnişleri nedeniyle güçlü bir ilişki ve karşılıklı destek kurduk.

Son On Yılda İran’ın Terörizme Karşı Askerî ve Danışmanlık Faaliyetleri

Son on yılda, bölgedeki terörist grupların artan etkisiyle birlikte, İran İslam Cumhuriyeti, terörizme karşı askeri operasyonlar yapmak amacıyla, sınırlarının ötesinde doğrudan askeri veya danışmanlık faaliyetlerinde bulunmuştur. İran’ın askeri ve danışmanlık faaliyetleri, özel bazı ilkelere ve kurallara tabidir. Bu kurallar nelerdir?

İlk ilke, ülkenin, halkın ve millî menfaatlerin yabancı tehdidlere karşı güçlü bir şekilde savunulmasıdır.

İkinci önemli ilke, hiçbir zaman saldırgan taraf olmamış olmamızdır.

Üçüncü ilke, diğer ülkelerin iç işlerine karışmamaktır. İslami Devrim, tüm ideallerine ve bazen evrenselci yönlerine rağmen, hiçbir zaman bu idealler ya da millî çıkarlar uğruna başka bir ülkenin iç işlerine müdahale etmemiştir, ancak üç koşulla:

Birinci koşul, oradaki hükümetin resmi talebinin olmasıdır. Hem Suriye’de hem de Irak’ta, bu iki ülkenin hükümetlerinin resmi talebini aldık.

İkinci koşul, halkla çatışmamaktır. Eğer herhangi biri bizi oraya davet eder ve bizden oradaki halkla çatışmamızı isterse, böyle bir şeyi kesinlikle yapmayacağız ve bu ilke çok dikkatle takip edilmektedir.

Üçüncü koşul, kesin bir menfaat veya ideali olmasıdır. Orada ya millî bir menfaatimiz olmalıdır ya da kesin bir idealimiz; örneğin "Mazlumları savunmak" bizim ideallerimizden biridir. Eğer bir millet zulme uğrar ve diğer iki koşul da sağlanmışsa, o zaman müdahale etmemek için bir neden yoktur, çünkü bu dini ve insani bir sorumluluktur.

İran-Suriye Askerî ve Güvenlik İlişkileri: Geçmiş ve Bugün

İran ve Suriye arasındaki askeri ve güvenlik ilişkileri sadece son on yıl ile sınırlı değildir. Bu ilişkilerin felsefesi ve İran’ın Suriye’deki varlığının nedeni, sonrasında da bu varlığın azalmasının sebepleri nedir?

Suriye’deki yönetim, diğer Arap ülkelerindeki yönetimlerle benzer bir yapıdaydı. Esad ailesinin pozitif ve ayrıştırıcı yönü, uluslararası baskılara, bölgesel baskılara, dostlarına, düşmanlarına karşı direniş göstermesiydi. Bu direniş, İsrail’e karşı ve Filistin halkının haklarını savunma konusunda kararlıydılar. Eğer biraz olsun geri adım atmış olsalardı, bu olayların hiçbiri gerçekleşmezdi. Ancak İsrail karşıtlığına rağmen, Suriye hükümetinin bazı bölümlerinde halkla ilişkilerde hoş karşılanmayan tutumlar vardı ve bu, devlet ile halk arasında bir uçurum oluşturmuştu.

İran İslam Cumhuriyeti, başlangıçtan itibaren, Hafız Esad’dan bu yana, Suriye’yi sosyal ve halk arasında birlik sağlamak için yönlendirmeye çalıştı.

Sonrasında ise, IŞİD gibi yeni bir tehdit ortaya çıktı; IŞİD fitnesi. İran’ın IŞİD dönemindeki tutumunu, öncesiyle tamamen ayırmamız gerekir. Evet, biz IŞİD’e karşı açıkça savaşa girdik, tıpkı Suriye ve Irak’ta IŞİD’le savaştığımız gibi.

Ancak IŞİD'in bizi bu sonuca götüren özellikleri neydi?

Öncelikle, IŞİD bir servis yapımı bir akımdı. Biz biliyorduk ve ne zaman, nereden hangi hapishanelerden serbest bırakıldıklarını, kimlerin onlarla çalıştığını, nereye götürüldüklerini, nasıl eğitildiklerini ve onlara çok profesyonel bir imaj verdiklerini biliyorduk. Başlangıçta, IŞİD kendini meşru bir şekilde göstermeye çalıştı ve tüm İslam Devrimi hareketine benzemeye çalıştı. Bu yüzden IŞİD'in kimliksel bir özgünlüğü yoktu.

İkinci olarak, IŞİD'in bir vatanı yoktu; yani çok önemli bir nokta şuydu: IŞİD hiçbir ülkeye ait değildi; yani "bu onların ülkesi" diyebileceğimiz hiçbir yer yoktu.

Üçüncüsü, her yeri kendi toprakları olarak görüyorlardı; yani diğer ülkeleri kendilerine ait sayıyorlardı. Diğer tüm İslam ülkeleri ve bölgedeki ülkeler de onlara aitti. Bu yüzden, tüm bölgedeki ülkelerin, İran dahil, karşıtıydılar.

Dördüncüsü, IŞİD, tüm İslami mezheplere karşı tekfirci bir düşünceye sahipti. IŞİD'in temeli, sadece Şii tekfiri değil, tüm Müslümanlar dışındaki herkesi tekfir etmeye dayalıydı.

Beşincisi, toplu halk katliamları yapıyorlardı. IŞİD, her ölçüye göre terördü; yani temelde kullandıkları ana silah terördü, tıpkı bugün olduğu gibi.

Güvenlik birimlerimiz, sürekli olarak ülkeye giren farklı grupları tutukluyor ve gizli bir savaş sürüyor; bazen örneğin yirmi grup birden tutuklanabiliyor.

Diğer muhalif gruplar hakkında – örneğin Halep, Şam, Doğu ve Batı Guta, Dera ve Süeyda'daki muhalif gruplar – İslam Cumhuriyeti, hükümet ile bu gruplar arasında aracılık yapmaya çalıştı. Tabii ki, eğer bir yerde bize saldırı olsaydı, kendimizi savunurduk.

Ancak bu grupları IŞİD gibi köklerinden kazımayı hedeflemedik. Hatta, kuşatma altındaydılar ve tahliye edilmesi gerektiğinde, güvenliklerini sağladık.

Sonrasında, tüm siyasi anlaşmalarda, bu grupların bir yer edinmelerini, yerleşmelerini ve orada bir "gerginlik çözme" bölgesi oluşturulmasını destekledik, yani kimse onlarla çatışmasın.

Suriye'nin kuzeybatısında hareketlilik yaşanan gruplar hakkında bazı düşman medyaları, bu hareketlerin İran tarafından Suriye'ye bildirilmediğini öne sürüyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu hareketlilikler, Suriye hükümetine sürekli olarak bildirildi. Kendileri de kötü bir istihbarat kapasitesine sahip değillerdi; zaten onlar da biliyorlardı. Ancak burada iki nokta vardı. Birincisi, Suriye hükümeti ve ordusu, bu grupların büyük bir hareket başlatabileceğine inanmıyordu. İkincisi, ordu ve güvenlik güçlerine güveniyorlardı.

Önemli bir diğer nokta ise, IŞİD sonrası, Suriye hükümetinin isteğiyle, biz kendi kuvvetlerimizi çekmiştik ve operasyonel anlamda bölgeye bir müdahalemiz yoktu.

Bazı düşman medya organları, İran'ın Suriye'deki geçmişteki varlığını ve harcadığı maliyeti faydasız olarak göstermeye çalışıyor. Bu iddiaya ilişkin görüşünüz nedir?

Harcadığımız maliyetten kesinlikle pişman değiliz.

IŞİD'in yok edilmesi hedefi gerçekleştirildi ve bu büyük bir başarıydı; bu, Amerikan planlarını tamamen boşa çıkardı ve yıllarca süren yatırımlarını boşa çıkardı. Arkadaşlar belki detayları bilmiyorlar. Onlar gerçekten bir ordu kurdular! Kendi deyimleriyle, İslam Devrimi'ne karşı devlet kurdular, toplum inşa ettiler ve bu meseleyi bitirdiklerini düşündüler. Ancak İran İslam Cumhuriyeti'nin müdahalesiyle, bu plan sona erdi ve sadece bu başarı bile o varlığın maliyetine yeter.

Ayrıca, nihayetinde Filistin ve Hizbullah'ı güçlendirmeyi başardık ve onları bizden bağımsız hale getirdik.

Gazze hakkında, orada tünellerin içinde roket ve füze üretimi yapıldığını görüyorsunuz. Hizbullah ise daha geniş bir alana sahip, bu yüzden güçleri daha fazla ve daha iyi donanımlılar. Hizbullah siyasi ve kültürel güç kazandı. Bugün, tüm bu yıkıma rağmen, Lübnan'daki Hizbullah'a nasıl bir ilgi gösterildiğini görüyorsunuz! Hayatları ağır darbelere uğrayan insanlar, tümü Hizbullah bayrağı ile geri dönüyor. Bunlar, İslam Devrimi'nin stratejik ve kültürel derinliğinin meyveleridir.

Hiç kimse Hamas'ı, Cihad'ı veya Hizbullah'ı yok sayamaz, hiç kimse Ensarullah'ı yok sayamaz. Bunlar halkın içi olmuştur; halklar, kendilerini savunabilmek için gerekli ekipmanları yapabilecek bilgi ve teknolojiye sahip olan, olgunlaşmış ve güçlenmiş insanlardır.

Mevcut koşullarda, direnişe destek vermek zorlaşıyor gibi görünüyor, doğru mu?

Evet, zorlaşıyor. Tabii ki birçok aşamada işler daha zor hale geldi, bazı aşamalarda ise daha kolay oldu; bu durum doğaldır, başından beri böyle olmuştur. Ancak ilk nokta, Hizbullah, Hamas ve Cihad'ın artık bizim doğrudan fiziksel desteğimize çok bağlı olmadıklarıdır.

Buna bakın! Biz Gazze'deki Hamas ile hiç doğrudan ilişki kurmadık, her zaman hem İsrail kontrolündeki engeller hem de müttefikleri durumu kontrol ediyordu. Bugün Yemen ile doğrudan kara bağlantımız var mı? Deniz yolu da kuşatma altındadır. Ama bugün Yemen halkı her gün bir şeyler yapıyor ve bin kilometre menzilli füzeler üretiyor!

Bu da İslam Devrimi'nin bir başka meyvesidir; Allah'ın inançları temelinde, her nereye ayak basarsa, o ülkenin halkını geliştirir ve onları olgunlaştırır, onurlandırır; Firavun tarzında onları zayıf ve bağımlı hale getirmez.

Firavun böyleydi: فَاستَخَفَّ قَومَهُ فَاَطاعوه؛ (4) halkını zayıf ve değersiz kılarak, onun itaat etmesini sağlardı; yani bugün Amerika'nın uyduları ile yaptığı şey. Ancak İslam Devrimi, Musa ve diğer peygamberler gibi, başkalarını geliştirir.

Suriye, bizimle ne kadar uzun bir süre Sovyetler Birliği ile birleşikti? Uzun bir dönemdi ama Sovyetler bile ona tank parçası yapmayı dahi öğretmemişti! Ama İslam Devrimi ile ilişkiler sayesinde, roket üreticisi oldular. Her halükarda, direniş hayatta kalmak için bize bağımlı değildir. Ayrıca, İran'ın direniş ve Hizbullah ile olan ilişkisi hiçbir zaman kesilmeyecek.

Stratejik açıdan, kim yenildi? Son dört yüz beş yüz günde, "Aksa Tufanı'n"dan sonra, İsrail'in durumu nasıl? İsrail, sahte ama resmi bir devlet olarak görünüyordu; ancak şimdi, işgalci, soykırımcı ve apartheid rejimi olarak tanımlanıyor ve başbakanı kovuşturuluyor. Tam tersine, Filistin halkı, bu toprakların gerçek sahipleri olarak ve işgale karşı özgürlük mücadelesi veren bir hareket olarak tanınmıştır. Dünya kamuoyu ve hatta birçok resmi kuruluş, Filistin'in Filistinliler'e ait olduğunu ve İsrail'in yetmiş yıldır işgal yaptığını savunmak zorunda kaldı.

Konunun gerçeği şu ki, bugün İsrail çaresiz, yaptığı tüm bu eylemlere rağmen güvenliği yok, meşruiyeti yok, iç çatışmaları ciddi şekilde arttı ve ekonomik durumu kötü. Bazı Batılılar diyorlar ki bu Gazze ve Lübnan'daki çocuklar, Yahya Sinwar ya da Seyyid Hasan Nasrallah olurlar. Yani, halkın genel hareketi, direniş cephesinin zaferi ve İslam Devrimi'nin gücü, İsrail'in zayıflığı ve aşağılık halidir.

Bu açıklamalarınızda direnişin güçlendirilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Yani, İran İslam Cumhuriyeti'nin İsrail rejimi ile mücadeledeki temel dayanağı, sadece askeri mücadele değil, halkı ve İslam  dünyasını güçlendirerek bu rejime karşı mücadele etmektir, doğru mu?

Evet, aynen öyle. Filistin halkı kendi savunmalarını yapabilme gücüne sahip olmalıdır.

İsrail, doğası gereği ve varlık itibariyle çöküşe mahkumdur. İsrail'in varmaya gücü yetmez çünkü o sahte bir devlettir. Bugün dünyada, İsrail'in meşruiyetsizliğini ve Filistin'in haklılığını onaylamayan kimse yok. İsrail'in sahte meşruiyeti sona ermiştir ve onun gerçek yüzü olan işgalcilik, soykırım ve apartheid politikaları gözler önüne serilmiştir. Bu, halkların genel hareketidir.

Bugün İsrail çaresiz durumda, her türlü eylem yapmasına rağmen hala güvenliği sağlanamıyor, meşruiyeti yok, iç sorunlar gittikçe artıyor ve ekonomik durumu kötüye gidiyor. Batılılar bile, Gazze ve Lübnan'daki çocukların bir gün Yahya Sinwar ya da Seyyid Hasan Nasrallah gibi liderler olacağını düşünüyorlar. Yani direnişin ve İslam Devrimi'nin zaferi, güçlenmesi, İsrail'in ise zayıflaması anlamına geliyor.

Bu açıdan bakıldığında, İran Cumhuriyeti'nin İsrail rejimiyle mücadelesindeki esas odak noktasının, yalnızca askeri mücadele değil, halkların ve İslam dünyasının güçlendirilmesi olduğunu söylemek doğru olur.

  • yazılmış
  • ...de 2024 Sunday 22 Dec
  • tarafından رضا رستمی