tarih : 2015 Sunday 26 Apr
şifre 38715

Türkiye ve Orta Doğu'daki Son Durum

2014 Sonu itibariyle Türkiye’den Orta-Doğu’ya bakıldığında genel hatları itibariyle söyle bir manzara görülmektedir.
AranNews - 

2014 Sonu itibariyle Türkiye’den Orta-Doğu’ya  bakıldığında genel hatları itibariyle söyle bir manzara  görülmektedir.

 

1.    Genel Tespitler:


a)  2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı sürecini Türkiye başından itibaren olumlu karşılamış, bölgede barış ve istikrarın halkların meşru taleplerine cevap verecek demokratik rejimlerle sağlanabileceği görüşünü desteklemiş ve bu arada ihtiyacı olan bazı ülkelere de mali ve teknik insani yardım sağlamaktan geri kalmamıştır.

b)  Arap Baharı’nın aradan geçen 5 yıla yakın sürede ne derece yaygınlaştığı ve Tunus ve Fas hariç bölgede ne kadar başarılı olduğu, bölgeye istikrar yönünden ne getirdiği hakkında değerlendirme yapmak güçtür. Bununla birlikte Arap Baharı’nın Türkiye’ye bir müddet dış ticaret yönünden faydalı olan “sıfır sorun” politikasını sona erdirdiği, Türkiye’nin güney hudutları boyunca din referanslı siyasi bazı oluşumların ortaya çıkmasına neden olduğu, Suriye’de rejimin tamamen çökmesi halinde ülkenin parçalanmasının daha da büyük bir istikrarsızlığa yol açarak Türkiye’yi ciddi bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya getirebileceği düşünülmektedir. Bunlara ilaveten, Suriye’deki Kürtlerin de sınırlarımız boyunca yaşadıkları  bölgelerde/kantonlarda özerklik ilan etmeleri olasılığı da giderek artmaktadır.

 

2.  IŞİD/DEAŞ/DAESH   :  

 

Bölgenin kilit devletleri olan Irak ve Suriye’nin dış güçlerin doğrudan veya dolaylı müdahalesi sonucu parçalanma yoluna girmelerinin bölgedeki mezhepsel, etnik, siyasi, silahlı hareketleri teşvik ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumdan faydalanılarak IŞİD, 2013’de Suriye’deki El Kaide’den ayrılan bir grup tarafından kurulmuştur. Kuruluşunu takiben IŞİD’in Irak’taki Sünni kesimden önemli destek almış olduğu görülmektedir.   Sünni kesimin desteğinin ABD’nin Irak’ı işgalini hemen takiben BAAS’cıların ülkede tamamen marjinalize edilmelerinden ve Irak ordusundaki tüm Sünnilerin de herhangi bir tazminat maaş verilmeksizin tasfiye edilmelerinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Bunu takiben Irak’ta seçimleri kazanan Şii Maliki’nin takip ettiği gayet katı mezhepsel politikalarla Sünnileri daha da mağdur ederek Sünni-Şii gerginliğini had safhaya ulaştırdığı  hatırlanmalıdır.
 
IŞİD’in başlangıçta birkaç binden ibaret olduğu ileri sürülen militan gücünün bugün hemen bütün dünyadan gelen militanlarla onbinleri geçtiği, sadece AB ülkelerinden ikibinin üzerinde militan geldiği basındaki haberlerde kaydedilmektedir. IŞİD’in Musul’u işgali sonrası Bağdat’a yönelmesi ve buna ilaveten etki alanını petrol alanlarına ve Kürt bölgesine doğru genişletmesi uluslararası camiada ve ABD’de endişe ile karşılanmıştır.  Bunun sonucunda IŞİD’e karşı teşkil edilen koalisyon (ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, Danimarka, Avustralya, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Katar, Bahreyn) güçleri IŞİD mevzilerine karşı hava harekatını  başlatmış olup harekat halen devam etmektedir.

IŞİD’in Irak ve Suriye topraklarında takriben 250 000 kilometre karelik bir alanı işgal ettiği ve bu alanda 10-12 milyon kişinin yaşamakta olduğu belirtilmektedir. Suriye’nin yüzölçümünün 186.000 km2, Irak’ın 438.000 km2 olduğu göz önüne alındığında IŞİD’in işgal ettiği alanın büyüklüğü ve önemi daha iyi anlaşılmaktadır. IŞİD’in işgal ettiği bölgelerde bir devlet gibi teşkilatlanmaya özen gösterdiği, fakir halka sosyal yardım yaptığı, bölgede şeriat hükümlerinin en katı şekilde uyguladığı, Saddam’ın ordusundaki ve Cumhuriyet Muhafızları’ndaki tecrübeli subaylardan Askeri Konsey kurduğu, Türkiye’den ve bölgedeki birçok ülkeden gençlerin IŞİD saflarına katılmak üzere Suriye’ye geçtikleri basında yer almaktadır. Bu konuda çoğu Türkiye tarafından yalanlanan mesnetsiz iddialar zaman zaman uluslararası medyada ileri sürülmektedir.

IŞİD’in mali kaynakları arasında Irak ve Suriye’de elinde tuttuğu petrol kaynaklarını (irili ufaklı 10 saha olduğu sanılıyor), bu petrolün kaçak olarak satılmasından elde edilen gelirleri, yağmayı, fidyeyi, Şii yayılmacılığına karşı bazı Arap çevrelerinden alınan yardımları saymak mümkündür. Musul’daki Merkez Bankası’nın şubesinde 2 milyar dolara yakın bir meblağa IŞID’ce el konulduğu yolunda haberlere rastlanmaktadır. IŞİD’in varlığını sürdürmesi ve elde ettiği başarıların komşu ülkelerde, son olarak Libya ve Mısır’da, bazı dinci militan grupların IŞİD’le özdeşleşmeye özen göstermelerine yol açtığı izlenmektedir Buna karşın ılımlı İslam yanlılarının IŞİD’e karşı mesafeli durdukları, belli başlı İslam alimlerinin zaman zaman IŞİD’i sert dille kınadıkları bilinmektedir.
 
IŞİD’in yayılmacı politikasının Kürtleri (PKK/Peşgermeler/PYD) birleştirici bir rol oynadığı, IŞİD’in Musul’u işgalini takiben Kürtlerin bir emrivaki ile Kerkük’e yerleşmelerine fırsat verdiği ve Maliki’nin de bu emrivaki karşısında herhangi bir tepki göstermeyip bu fiili durumu kabullendiği izlenmektedir. Diğer taraftan IŞİD’in bu politikasının ABD ve İran’ı ortak endişe etrafında yakınlaştırarak İran’ı koalisyonun adeta fiili bir üyesi haline getirdiğini söylemek pek yanlış olmayacaktır.

IŞİD’e karşı ABD ve koalisyon güçlerince gerçekleştirilen hava saldırılarının sınırlı bir etki yarattığı gerçektir. Halen IŞİD’e karşı çarpışan kara gücü olarak sadece Peşmergeler ve Irak milli ordusu vardır. ABD’nin Bağdat’a muharip olmayan binlerce askeri müşavir gönderdiği ve hem Peşmergelere ve hem de Irak ordusuna gerekli teçhizat ve silah yardımı yaptığı basın haberlerinden öğrenilmektedir. Diğer bölge ülkelerinin IŞİD’e karşı ortak bir harekat düzenlemelerine pek ihtimal verilmemektedir. ABD ve koalisyon ortaklarının IŞİD’e karşı savaşan güçlere hava harekatının dışında insani yardım, teçhizat ve silah yardımının dışında herhangi bir askeri harekat ve eyleme katılacaklarına dair herhangi bir işaret yoktur. IŞİD sorununun bugünkü şartlarda radikal çözümünün zor ve uzun zaman alacağı düşünülmektedir. IŞİD’in yok edilmesinin her şeyden önce IŞİD’i yaratan şartların kaldırılmasına, bu yapılırken de örgütün finans kaynaklarının kurutulmasına ve yabancı militanların bölgeye girmesinin önlenmesine bağlı olduğu açıktır.

Musul Başkonsolosumuzu ve memurlarını uzun süre rehin tutan IŞİD, Türkiye için çok önemli ve ciddi bir güvenlik sorunu teşkil etmektedir. Güney sınırlarımızın karşı tarafının büyük kısmı IŞİD’in kontrolünde bulunmaktadır. Türkiye Kobani nedeniyle Peşmergelerin ülkemizden geçişine izin vermiş olup, ayrıca Peşmergelere Kuzey Irak’ta eğitim sağladığı da anlaşılmaktadır. Türkiye’nin IŞİD karşısındaki durumu öbür ülkelerden çok farklı ve daha hassastır. IŞİD’in faaliyetlerini arttırmasının zaman içinde Türkiye’yi soruna uluslararası alanda doğrudan taraf yapmayı hedefleyen teşebbüslerin ortaya çıkmasına neden olacağı düşünülmektedir. Türkiye’nin özel durumu nedeniyle gayet temkinli ve dikkatli davranmak zorunda olduğu açıktır. Bu itibarla hudutları boyunca her türlü tedbiri alıp uygulamakta olan Türkiye’nin saldırı hali hariç herhangi bir silahlı müdahaleye girişmesi beklenmemektedir.

3.  Suriye:

Dört yıla yakın bir süredir devam eden Suriye krizinde Türkiye ilk başta demokratikleşme çağrısında bulunmuş, Esad rejiminin şiddet politikasına yönelmesi üzerine de en sert tutumu takınan ve devam ettiren ülke olmuştur. Türkiye için bölgedeki kaos ve istikrarsızlığın ana sebebi, Esad iktidarının takip edegeldiği politikalar olup öncelik her şeyden önce Esad rejiminin sona erdirilmesidir. Türkiye olayların başlangıcından itibaren ülkede 45 yıla yakın bir süredir  iktidarda olan ve  ülkede takip ettiği laik tutumu ile Sünniler dahil  hemen her kesim de dahil belirli bir etkinlik ve taraftar sağlamış bulunan BAAS rejiminin güç ve ağırlığını göz ardı ederek Esad rejiminin kısa sürede çökeceği umuduyla Müslüman Kardeşler’i destekleyici  bir politika takip etmiş ve etmektedir. Bu politika İran ve Irak’la ilişkilerimiz üzerinde menfi etki icra ederken soruna siyasi görüşmeler yoluyla bir çözümden yana olan Rusya, Çin, ABD ve AB’nin yaklaşımlarıyla giderek ters düşmektedir. Rusya son olarak geçtiğimiz hafta İstanbul Merkezli Suriye Milli Koalisyonun boykot ettiği bazı muhalif cephenin temsilcileriyle rejimin yetkililerinin katılımı ile Moskova’da bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Toplantıdan bir netice alınmamış olsa da temasların devam ettirileceği anlaşılmaktadır.  Obama’nın son olarak “State of the Union” konuşmasında Esad’ın düşmesi ile ilgili hiçbir beyanda bulunmaması ve ağırlığı tamamen IŞİD’e vermesi düşündürücüdür. Anlaşılabildiği kadarıyla uluslararası camiada Esad’ın şu anda gitmesinin yaratacağı kaosun IŞİD’e yarayacağı yolunda bir kanının oluşmakta olduğu izlenimi edinilmektedir. Suriye’de Esad rejiminin bugünkü şartlar devam ettiği sürece iktidarda kalmaya devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bugün için IŞİD’e öncelik veren ABD ve AB ülkelerinin Esad’ın iktidarını sürdürmesi sorununu ertelemelerinin önceliği Esad’ın devrilmesine veren Ankara’yı tatmin etmediği açıkça görülmektedir. Herhalde Rusya Federasyonu ve Çin’in vetoları nedeniyle BM kapsamında Esad’a karşı uluslararası bir müdahalenin mümkün olmayacağı açıktır. Türkiye’nin ABD ile birlikte askeri eğitim vermesi söz konusu olan muhalefet cephesi çok parçaya bölünmüş olup fazla bir etkinlik gösterememektedir. Son olarak yabancı basında CIA’in muhalefete yapageldiği yardımı bu yıldan itibaren keseceği yolunda haberlere de rastlanılmıştır.

Suriye’deki genel görünüme gelince, Esad rejiminin Rakka ve Deir Ez Zor hariç olmak üzere şehir merkezlerini kontrol ettiği, ülkenin Kuzey bölgeleri başta olmak üzere kırsal alanlarda muhaliflerin, Rakka ve Deir Ez Zor’da ise IŞİD’in hakim olduğu anlaşılmaktadır. PYD’nin ise Kuzey Suriye’deki Kürtlerle meskün 3 bölgeyi kontrol altına almaya çalıştığı, bu konuda Suriye Muhalefeti ile ters düştüğü, Kobani’de IŞİD ile savaşıp bu bölgeyi kurtardığı izlenmektedir. PYD’nin bu bölgeler için özerklik istediği bilinmektedir. İran ve Hizbullah’ın Esad güçlerine verdiği çeşitli teçhizat ve silah yardımlarına ilaveten Şii milis gruplarının fiilen çatışmalarda muhaliflere karşı yer aldığı ileri sürülmektedir.  

Suriye’deki çatışmaların 200.000’in üstünde ölü ve 12 milyona yakın Suriyelinin mülteci haline (gerek komşu ülkelere iltica gerek ülke içinde yer değiştirme) gelmesine yol açtığı bilinmektedir. Türkiye bir yandan şiddetten kaçanlara melce sağlarken muhalefet cephesine de çeşitli şekillerde destek sağladığı bilinmektedir. Ülkemizde halen bir buçuk milyonu aşkın Suriyeli bulunmaktadır. Bunlar için harcanan yardımların beş milyar doları aştığı açıklanmıştır. Suriye’den gelenlerin zaman içinde ekonomik, sosyal ve güvenlik sorunlarına yol açmasından endişe edilmektedir.  

Türkiye ayrıca Suriye’den bir füze saldırısı ihtimaline karşı Patriot füzelerini NATO  şemsiyesi altında sınır boyunca konuşlandırmış ve hudutlarımız boyunca bölgede yaşayan vatandaşlarımızın güvenliği için gerekli bütün tedbirleri de almış bulunmaktadır.

4.  Irak:

Irak her yönü ile Türkiye bakımından önemli bir ülkedir. Türkiye’nin Irak politikasının esasının ülkenin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliliğinin korunması teşkil etmektedir. Geçtiğimiz yıllarda merkezi hükümet ile çeşitli nedenlerle ikili ilişkilerde görülen gerginliğin Maliki’nin istifası ve yerine Haydar El Abadi’nin gelmesiyle giderilmeye çalışıldığı görülmektedir. Nitekim yeni hükümetin iş başına gelmesiyle önce başbakanlar bunu takiben karşılıklı olarak çeşitli bakanlar düzeyinde yapılan ziyaretler sonucu 5 yıldır toplanamayan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi ve Karma Ekonomik Konseyi toplantıları gerçekleştirilmiştir. Türkiye ve Irak’ın Suriye konusunda görüş ve yaklaşımları farklıdır. Türkiye’nin Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi ile yakın işbirliği ilişkilerinin Maliki döneminde tepki ile karşılandığı hatırlanacaktır. Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi ile ilişkiler pürüzsüz şekilde sürmekte ve işbirliği alanlarını daha da genişletmek gayesiyle çeşitli üst düzey ziyaretlerin yapıldığı görülmektedir. Maliki hükümetinin tepkisine neden olan petrol konusundaki anlaşmanın fiilen yürürlükte olmasına karşın El Abadi hükümetinin bugüne dek bu konuda herhangi bir tepkisine rastlanmadığı görülmektedir. Son olarak Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi’ne Kobani nedeniyle destek çerçevesinde hem Peşmergelere eğitim verilmiş hem de bunların Kobani’ye Türk topraklarından geçmesine müsaade edilmiştir.
 

5.  İran: 

  
Türkiye’nin İran ile ilişkileri her zaman ikircikli bir nitelikte olmuştur. Aralarındaki rejim, vizyon ve çıkar farklılıklarına rağmen iki ülke arasında AKP’nin iktidara gelmesinden sonra ilişkilerde belirli bir yakınlaşma meydana gelmiştir. Türkiye özellikle nükleer programı nedeni ile ağır baskı altında kalan İran’a Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi dahil uluslararası alanda büyük destek vermiştir. Bununla birlikte iki ülkenin Suriye krizine ve Irak’a yaklaşımları tamamen birbirine zıttır. Bunlara ilaveten NATO Füze Savunması çerçevesinde Türkiye’ye yerleştirilen radarların ve Suriye’den gelebilecek Füze saldırılarına karşı NATO’nun Güney sınırlarımıza yerleştirdiği Patriot füzesavarların Tahran’ın büyük tepkisini çektiği bilinmektedir.

Ruhani’nin iktidara gelmesi ile üst düzeyde teati edilen ziyaretlerle ilişkilerde bir gevşeme/iyileşme görülmektedir. İran’ın P5+1 (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ve Almanya) ile yaptığı görüşmeler her ne kadar Kasım ayına ertelense de yaratılan iyimser hava sonucu İran’a uygulanan yaptırımlarda hafifletilmeye gidilmesi ikili ticaret ilişkilerimizi olumlu etkilemesi muhtemeldir. 2012’de 22 milyar dolara ulaşan ticaret hacmimizin yaptırımlar nedeniyle 2014 yılında 11 milyara düştüğü hatırlanmalıdır. 2015’te İran’la ticaret hacmimizin yeniden artarak 30 milyar dolara ulaşmasının hedeflenmektedir.

6.  Mısır:

Mısır hemen her dönemde Arap ülkelerinin lideri olarak kabul edilmiştir. Nasır dönemi hariç Mısır ile ilişkilerimiz olumlu bir seyir takip etmiş ve ekonomik ilişkilerimiz son yıllarda büyük bir atılım göstermiştir. Türk özel sektörünün yatırımlarının 2 milyar doları aştığı bilinmektedir.

Türkiye Mısır’daki demokratikleşme sürecini başından itibaren aktif olarak desteklemiştir. Mübarek’in devrilmesine destek vermiş olan Türkiye’nin Müslüman Kardeşlerin adayı Mursi’ye karşı yapılan darbeyi ağır dille kınaması iki ülke ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir. Geçtiğimiz Haziran ayında yapılan seçimlerde Mursi’yi deviren ve Müslüman Kardeşler Örgütü’ne ağır darbeler vurarak idarecilerinin büyük kısmını hapse atan General El Sisi oyların % 97’sini alarak cumhurbaşkanı seçilmiş bulunmaktadır. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün General El Sisi’ye kutlama mesajı yolladığı basında yer almıştır.

Başta ABD olmak üzere AB ülkeleri ve Müslüman Kardeşleri büyük bir tehdit olarak gören Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri General El Sisi ile yakın ilişkiler idame ettirmekte ve mali yardımda bulunmaktadırlar. Bu ülkelerin İsrail’e karşı da son derece temkinli bir politika izlediği gözlenmektedir.

Mısır ile ilişkilerimiz devlet adamlarının zaman zaman karşılıklı olarak yaptıkları beyanlarla daha da gerginleşmektedir. Türkiye Müslüman Kardeşler’e uygulanan yaptırımları ve özellikle idam kararlarını ağır dille  eleştirmektedir.

Türk basınında son günlerde İstanbul’dan Mısır’a yönelik muhalif yayın yapan dört TV kanalı hakkında ayrıntılı haberler çıkmıştır. Mısır’a hürriyet ve demokrasi kazandırılması, devrim ve halk hareketlerinin desteklenmesi gibi misyonları olduğunu vurgulayan söz konusu TV idarecileri, Müslüman Kardeşlerle bir ilgilerinin olmadığı beyan ederek Türk hükümetince gösterilen yardım ve misafirperverliğe teşekkür etmişlerdir. Günde 12 saat yayın yapan söz konusu TV kanallarının Aralık 2013’den beri İstanbul’da faaliyet gösterdikleri haberlerde belirtilmektedir. Buna ilaveten ABD’nin baskısı ile Katar’da üslenen Müslüman Kardeşler’in liderlerinin ülkeden çıkarılması üzerine bunların bir kısmının Türkiye’ye kabulünün ilişkilerimize katkıda bulunmadığı açıktır. Mısır son olarak 2016’da sona erecek iki ülke arasındaki RO-RO ve Karayolu Transit Taşımacılığı Anlaşmasını uzatmayacağını nota ile Ankara’ya bildirmiş bulunmaktadır.


Mısır bundan bir müddet önce GKRY ile münhasır ekonomik bölge anlaşmasını imzalamıştır. Türkiye’nin önleme girişimi bir netice vermemiştir. Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarının sınırlandırılması konusundaki son gelişmeler ışığında Türkiye’nin Mısır ile benzer bir anlaşmayı vakit kaybetmeksizin yapması büyük önem taşımaktadır.

Mısır ile ilişkilerimizin gerginleşmesinde Müslüman Kardeşler’e verilen desteğin rol oynadığı yolunda iddialar mevcuttur. Türkiye’nin gerçekçi bir politika ile bölgenin en önemli ülkelerinden biri olan ve Arap aleminin lideri konumundaki Mısır ile ilişkilerini tamamen kendi milli çıkarları açısından değerlendirerek bir an önce normalleştirmesinin çok önemli olduğu düşünülmektedir.

7.  İsrail:

Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri siyasi, askeri, ekonomik ve ticari yönlerden her zaman büyük önem taşımış ve iki ülke arasında işbirliği sahaları zaman içinde hem çeşitlenmiş ve hem de genişlemiştir. Halen yaşanan gerginliğin temelinde, son yıllarda Arap ülkelerinden bile daha fazla hassasiyet gösterdiğimiz İsrail-Filistin ihtilafının yattığı görülmektedir. Arap ülkelerinin esasta görmezden gelerek ve mecbur kalmadıkça asgari yardımla geçiştirme temayülünde oldukları Gazze konusu sebebiyle önce Davos’da Başbakan ile İsrail Cumhurbaşkanı arasında başlayan tartışma ve gerginlik, bilahare Mavi Marmara olayı ile doruğa varan kriz iki ülke ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir.

Türkiye’nin Mavi Marmara krizi kapsamında ileri sürdüğü 3 talep özetle özür dilenmesi, tazminat ödenmesi ve hiçbir Arap ülkesinin üzerinde durmadığı Gazze ablukasının kalkmasıdır. Sonuncu talep, özür ve tazminat taleplerimizin aksine uluslararası alanda destek bulmadığı gibi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin inisiyatifi ile oluşturulan Soruşturma Paneli “ablukanın uluslararası hukuka uygun olduğu” görüşünü benimsemiştir. Diğer taraftan Türkiye’nin Hamas’a verdiği desteğin Arap ülkelerince fazla paylaşılmadığı da görülmektedir.

İsrail’in Mavi Marmara krizini takiben  Doğu  Akdeniz de kendi Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde varlığını tespit ettiği hidrokarbon yatakları konusunda Aralık 2010 GKRY ile sınırlandırma anlaşması imzaladığı  ve bu yataklardan elde edilecek doğal gazın tüketici pazarlara ulaştırılması için ortak projeler geliştirmek için çalıştığı bilinmektedir.

Başkan Obama’nın girişimi ile İsrail Başbakanı Netanyahu’nun telefonla Başbakan Erdoğan’dan özür dilemesine, tazminat konusunda da görüşmelerin son safhaya ulaştığına dair alınan duyumlara rağmen iki ülke ilişkilerinin yakın bir gelecekte düzelebileceğine dair herhangi bir işaret bulunmamaktadır. Bu durum Türkiye’nin Orta-Doğu barış sürecinden eskiden oynamakta olduğu rolü tamamen ortadan kaldırdığı gibi İsrail’in uluslararası alanda çeşitli konularda Türkiye’ye verdiği desteği de önlemektedir. Bu durum özellikle birkaç ay sonra gündeme gelecek olan “sözde soykırımın 100. yılı” faaliyetleri çerçevesinde daha da önem kazanmaktadır. İsrail ile ilişkilerimizin tamamen akılcı bir yöntemle ve milli çıkarlarımızı ön planda tutan gerçekçi bir politika ile bir an önce düzeltilmesinin yararımıza olacağı düşünülmektedir.

8.  Sonuç:

a)    Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren maziye bir sünger çekerek komşuları ile her türlü dostluk ve işbirliği ilişkilerini geliştirmeyi hedeflemiştir. Bunu yaparken de genellikle bölge ülkelerinin içişlerine karışmamaya özen gösterirken bu ülkelerin birbirleri ile olan anlaşmazlıklarında da taraf tutmamaya titizlikle dikkat edilmiştir. Bu ilkeli politika Türkiye’yi bölgede ağırlıklı, saygın ve dostluğu aranan bir ülke durumuna getirmiştir.


b) Türkiye’nin Suriye’de Esad’ın hemen devrileceği kanısı ile giriştiği politika bir netice vermediği gibi zaman içerisinde Türkiye’nin  bu konuda uluslararası arenada yalnız  kalmasına yol açmıştır.Arap aleminin lideri konumunda ve bölgenin en önemli ülkelerinden biri olan  Mısır ile ilişkiler  Müslüman Kardeşler’e verilen destek nedeniyle kopma noktasına gelmiştir. Türkiye’nin İsrail’e karşı güttüğü politikanın ve Hamas’a verdiği sözlü desteğin genellikle Arap aleminde bile fazla paylaşılmadığı görülmektedir. Müslüman Kardeşler’e verilen destek başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinde tedirginlik yaratmıştır. Keza Türkiye’nin Filistin konusundaki hassasiyetinin bölgede paylaşılmadığı da bir gerçektir.

c) Türkiye’nin bugünkü şartlarda tek başına hareket ettiği takdirde bölgedeki etkinliğinin sınırlı kalacağını hatırdan çıkarmamak uygun olacaktır. Bu itibarla Türkiye’nin bölgede insan hakları ve demokrasi prensiplerinin ihyası ve öne çıkarılması yönündeki genel görüşünü uluslararası toplum ve uluslararası örgütler ile birlikte ve bunlarla uyum halinde gerçekleştirmeye çalışmasının daha ihtiyatlı bir davranış olacağı şüphesizdir. Ancak bu konuda Rusya ve Çin’in içişlerine karışmama ve katı egemenlik prensiplerinden hareketle insani müdahaleye karşı çıktıklarını da kaydetmek gerekir.

d)  Türkiye’nin jeopolitik konumuna ilaveten laik, çoğulcu, demokratik yapısı ve Batı ile sürdürdüğü ittifak ilişkileri, NATO, Avrupa Konseyi, AB, AGİT gibi kurumlarla ortaklığının bölgede ağırlık ve saygınlığını arttıran önemli hususlar olduğu açıktır. Bu itibarla bu kimliğe gölge düşürecek olan politikaların Türkiye’nin istikameti hakkında şüphelere yol açacağı açıktır.  Böyle bir durumun ise Türkiye’yi gerek uluslararası alanda gerek bölgesinde yalnızlaştırabileceği düşünülmektedir.

 

* Dış Politika ve Savunma Araştırmaları Grubu:

Başkan: İlter Türkmen, Büyükelçi (E)-Dışişleri Eski Bakanı, Bşk. Yrd: Salim Dervişoğlu Oramiral (E), Üyeler; Fahir Alaçam Büyükelçi (E), Oktar Ataman Orgeneral (E), Cemil Şükrü Bozoğlu Tuğamiral, M. Doğan Hacipoğlu Tümamiral (E), Oktay İşcen Büyükelçi (E), Güner Öztek Büyükelçi (E), Seyfettin Seymen Hv. Tümgeneral (E), Necdet Timur Orgeneral (E), Turgut Tülümen Büyükelçi (E)

 



  • yazılmış
  • ...de 2015 Sunday 26 Apr